ARTICLES

Original Article

Sosyal Medya Kullanımı ve Yaşam Doyum Düzeyi Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

Şule DOYAROĞLU,Cemal Onur NOYAN
2023, 7(2), s:5-12

Bu araştırmada, erişkin bireylerde sosyal medya kullanım bozukluğu ve yaşam doyumu arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırmaya 221 erişkin birey katılmıştır. Katılımcılara Sosyodemografik Bilgi Formu, Sosyal Medya Bağımlılığı Ölçeği (SMBÖ) ve Yaşam Doyumu Ölçeği uygulanmıştır. Katılımcıların anket yanıtları SPSS 28.0 paket yazılımına girilerek istatistiksel analizler yürütülmüştür. Sosyodemografik değişkenler bakımından yapılan karşılaştırmalar için bağımsız örneklem t-testi ve tek yönlü ANOVA uygulanmıştır. Sosyal medya kullanım bozukluğu ile yaşam doyumu arasındaki ilişkinin incelenmesi için Pearson korelasyonu uygulanmıştır. Yaşam doyumunun sosyal medya tarafından yordayıcılığının incelenmesi amacıyla çoklu regresyon analizi uygulanmıştır. Araştırmada elde edilen bulgulara göre, erkek katılımcıların sosyal medya kullanım bozukluğu puanları kadınlara kıyasla daha yüksek bulunmuştur. Öte yandan, sosyal medyada geçirilen süre ve sosyal medya uygulamalarının sayısı arttıkça sosyal medya kullanım bozukluğu skorlarının artış gösterdiği sonucu elde edilmiştir. Öte yandan, bekar ve düşük eğitim düzeyi bildiren katılımcıların sosyal kullanım bozukluğu skorları anlamlı düzeyde daha yüksek bulunmuştur. Yaşam doyumuna ilişkin bulgular incelendiğinde, evli olanlar, gelir düzeyi yüksek olanlar ve çalışan katılımcıların yaşam doyumu puanlarının anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu saptanmıştır. Yaşam doyumu ve sosyal medya kullanım bozukluğu puanları arasındaki ilişki incelendiğinde, sosyal medya skorlarının artışı ve yaşam doyumu skorlarının düşüşü arasında anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır. Ayrıca, sosyal medya kullanım bozukluğu çatışma alt boyutunun yaşam doyumunu negatif yönlü ve anlamlı düzeyde yordadığı sonucu elde edilmiştir. Araştırma bulgularının, günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline gelen sosyal medya kullanımının ilişkili olduğu faktörlerin anlaşılması bakımından gelecekteki uygulama ve araştırmalara katkı sunması beklenmektedir.


Original Article

Madde Bağımlılığı Tedavisinde Aile Katılımının Stigmatizasyon, Algılanan Sosyal Destek ve Tedavi Motivasyonuna Etkisi

Ceren GÜNGÖR,Cemal Onur NOYAN
2023, 7(2), s:13-18

Amaç: Bu çalışma madde bağımlılığı tedavisinde aile katılımının stigmatizasyon, algılanan sosyal destek ve tedavi motivasyonuna etkisini araştırmak amacıyla planlanmıştır.

Yöntem: Araştırmamızın katılımcıları, NP Beyin Hastanesi AMATEM servisi ve Yeşilay Danışmanlık Merkezi (YEDAM)’ne başvuran madde kullanım bozukluğu tedavisi alan kişilerden oluşmaktadır. Araştırma 18 yaş ve üzerinde madde kullanım bozukluğu tedavisi alan 88 erkek ve 10 kadın olmak üzere toplamda 98 gönüllü katılımcıdan oluşmaktadır. Katılımcılardan 57 kişinin ailesi tedaviye katılım sağlarken geriye kalan 41 kişinin ailesi tedavi sürecinde yer almamaktadır. Veri toplama aracı olarak, Kişisel Bilgi Formu, YEDAM Madde Bağımlılığı Stigmatizasyon Ölçeği(YMBSÖ), Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBADÖ), Tedavi Motivasyon Anketi(TMA) kullanılarak toplanmıştır.

Bulgular: Sonuçlar değerlendirildiğinde algılanan sosyal destek aile alt boyutu ile tedavi motivasyon anketinin tedaviye güven alt boyutu arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Tedavi Motivasyon Anketi alt boyutlarından kişiler arası yardım arama puanı, tedaviye ailesi de katılan hastalarda daha yüksek bulunmuştur. Katılımcıların yaşadıkları kişiler ile stigmatizasyon puanları karşılaştırıldığında, yalnız yaşayan kişilerin, ailesi ile yaşayan kişilere göre stigma puanlarının yüksek olduğu sonucuna varılmıştır.

Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen bulgular göstermiştir ki madde bağımlılığı; hastaların sosyal yaşantıları, aile ve çevre ilişkileri, iş ve akademik hayatları gibi birçok yaşamsal sürecini, olumsuz anlamda etkilemektedir. Gün geçtikçe daha büyük bir toplumsal sorun haline gelen madde bağımlılığı için, özellikle ailelerin ve toplumun da dahil olduğu, kişilerin tıbbi tedavisinin yanı sıra sosyal yaşamlarını, eğitim ve iş hayatlarını, aile ve çevre ilişkilerini düzenlemeye yardımcı olan multidisipliner bir yaklaşımın gerekliliği yadsınamaz bir gerçektir.


Original Article

Erişkinlerde Pandemi Döneminde Akıllı Telefon Kullanımı ve Oyun Oynama Davranışının Değişimi ve Yaşantısal Kaçınma ile İlişkisinin İncelenmesi

Fatma Betül Esen,Ahmet Üzer,Lütfiye Nur Akkoç Arabacı,Sümeyra Bilgiç,Meryem Zeynep Uğurlu,Nisanur Sarıgül,Deniz Doğan,Zeynep Şahin
2023, 7(1), s:9-16

Amaç: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından 11.03.2020’de pandemi olarak ilan edilen Covid-19 salgını, Türkiye’yi de etkilemiş ve ilk vaka 11 Mart 2020’de tespit edilmiştir. Zorunlu kısıtlamalarla beraber Covid-19 pandemisinde internet kullanımı giderek vazgeçilmez bir duruma gelmiştir. Bu araştırmada Covid-19 Pandemi döneminde erişkin bireylerde oyun oynama ve akıllı telefon kullanma davranışının değişimi ve yaşantısal kaçınma ile arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.

Yöntem: Çalışmaya 08.01.2022–28.03.2022 tarihleri arasında 18–65 yaş arası gerekli kriterleri karşılayan 269 kişi katılmıştır. Katılımcılara Sosyo-demografik Veri Formu, Akıllı Telefon Bağımlılığı Ölçeği – Kısa Formu (ATBÖ–KF), Internet Oyun Oynama Bozukluğu Ölçeği (IOOBÖ9–KF), Çok Boyutlu Yaşantısal Kaçınma Ölçeği – 30 (ÇBYKÖ–30) ve Kabul ve Eylem Formu–2 (KEF–2) olmak üzere beş ölçek uygulanmıştır.

Bulgular: Katılımcıların %60,8’i pandemi döneminde akıllı telefon kullanım süresinin arttığını, %71,5’i oyun oynama süresinin değişmediğini ifade etmiştir. Akıllı telefon kullanma ve oyun oynama davranışlarının yaşantısal kaçınmanın alt boyutu olan erteleme ile pozitif yönde ilişkili olduğu bulunmuştur. Yaşantısal kaçınma, erteleme ve kullanım süresinin akıllı telefon bağımlılığını; oyunda geçirilen sürenin ise oyun oynama bozukluğunu yordadığı gösterilmiştir.

Sonuç: Mevcut araştırmada, akıllı telefon bağımlılığının; yaşantısal kaçınma ile ilişkili olduğunu, yaşantısal kaçınma erteleme alt boyutunun önemini, aynı zamanda akıllı telefonla geçirilen süre ve telefon ile uyumanın da akıllı telefon kullanımının olumsuz sonuçları üzerindeki etkisi gözlemlenmiştir. Oyun oynama bozukluğunda ise oyunda geçirilen sürenin önemli olduğu gösterilmiştir.


Original Article

Tıkayıcı Uyku Apne Sendromu Olan Hastaların Depresyon, Anksiyete ve Yeme Bağımlığı Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

Ali Yücel GÜLER,Gül ERYILMAZ,Nilüfer SAATCİOĞLU TINKIR
2022, 6(1), s:5-12

TUAS ve yeme bozuklukları arasındaki ilişki incelendiğinde, özellikle obez bireylerin hastalığı daha ağır geçirdiği gözlemlenmektedir. Yeme programındaki bozuklukların obezite, diyabet ve kardiyovasküler hastalık için önemli etkileri olduğu, bununla birlikte TUAS’ın ortaya çıkma riskini artırdığı bilinmektedir. Bugüne kadar eroin, sigara, alkol gibi çeşitli bağımlılık yapıcı maddeler ve TUAS arasındaki ilişki araştırılmış ve yapılan çalışmalarda bu bağımlılık türleri ve TUAS arasında ilişki bulunduğu ve bağımlılığın TUAS için risk faktörü oluşturabileceği çalışmalarda belirtilmiştir. Buna rağmen literatürde yeme bağımlılığı ve TUAS arasındaki ilişkiyi doğrudan araştıran bir çalışmaya rastlanmamıştır. Amaç: TUAS tanısı almış hastalarda anksiyete, depresyon ve yeme bağımlılığının ilişkili olup olmadığını saptamaktır. Yöntem: Araştırma, Mart 2021 – Temmuz 2021 tarihleri arasında İstanbul’da bir hastaneye başvuran hafif, orta ve ağır derecede Tıkayıcı Uyku Apne Sendromu tanısı (TUAS) almış ve çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden kişilerle yapılmıştır. Betimsel nitelikte olan bu çalışmada etik kurul onayı alındıktan sonra demografik soru formu, Modifiye Edilmiş Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği 2.0, Beck Depresyon Envanteri ve Beck Anksiyete Ölçeği uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya dahil olan 105 TUAS hastanın %20’si PAP cihazı kullanmakta %80’i ise cihaz kullanmamaktadır. %71,4’ünde yeme bağımlılığı bulunuyorken %77,1’inde depresyon ve %91,5’inde de anksiyete bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır. Cinsiyete göre YB, anksiyete ve depresyonda kadınlar erkeklere oranla daha yüksek puan almışlardır. PAP cihazı kullanıp kullanmamanın YB seviyelerinde anlamlı fark oluştuşturduğu ayrıca orta düzeyde YB’ye sahip bireylerin PAP cihazı kullanmadığı görülmüştür. Yeme bağımlılığı ile depresyon arasında negatif yönde ve düşük düzeyde bir ilişki olduğu, YB ile anksiyete, PAP cihazı kullanımı ve TUAS seviyesi arasında bir ilişki olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç: TUAS indeksi ile cihaz kullanımı arasında literatürde anlamlı bir ilişki görülmekteyken, bu çalışma sonucunda ilişki olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Tıkayıcı Uyku Apne Sendromundaki problemlerin özellikle yeme bağımlılığı bulunan bireylerde tıpkı madde bağımlılarında olduğu gibi farklı bir disiplinle çalışılmasına olanak sağlanmalıdır. Ayrıca orta düzeyde yeme bağımlılığı olan bireylerin cihaz kullanmamaları kiloyu artırıcı bir etken olarak görülebilmektedir.


Original Article

Cinsel Travma Mağduru Kadınlarda Travmatik Stres Belirtileri ile Diğer Tıbbi Nedenlerle Açıklanamayan Belirtiler ve Aleksitiminin İlişkisi

Feyza ÇELİK,Ahmet Tamer AKER,Nermin GÜNDÜZ
2022, 6(1), s:13-24

Amaç: Bu çalışmanın amacı cinsel travmaya maruz kalmış 18 yaş ve üzerindeki kadınlar arasında travma sonrası stres belirtileri, diğer tıbbi nedenlerle açıklanamayan belirtiler ve aleksitimi arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya cinsel travma maruziyeti olan 30 kadın hasta ile kontrol grubu olarak cinsel travma dışında travma yaşantısı olan 30 katılımcı dahil edilmiştir. Veri toplama aracı olarak Olayların Etkisi Ölçeği-R (OEÖ), "Belirti Tarama Listesi (SCL-90-R) Somatizasyon Alt Ölçeği", "İşlevsel Somatik Sendromlar Listesi" (İSS), "Somatizasyon ile İlişkili Ruhsal Bozukluklar Listesi" (SRB), Toronto Aleksitimi Ölçeği-R (TAÖ-20) kullanılmıştır. Bulgular: Hasta grubunun OEÖ toplam ve alt ölçek puan ortalamaları, SCL-90 somatizasyon alt ölçeği puan ortalamaları ile aleksitimik kişi sayısı kontrol grubundan anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. OEÖ toplam puanı, OEÖ yeniden yaşama ve aşırı uyarılmışlık alt ölçekleri ile SCL-90 somatizasyon alt ölçeği toplam puanı ve TAÖ toplam puanı arasında istatistiksel olarak aynı yönde anlamlı ilişki bulunmuştur. OEÖ kaçınma alt ölçeği ile SCL-90 somatizasyon alt ölçeği ve TAÖ-20 arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmamıştır. Sonuç: Çalışmamızda cinsel travma mağdurlarında travmatik stres belirtileri, diğer tıbbi nedenlerle açıklamayan belirtiler ve aleksitiminin birbirleriyle ilişkili olduğunun bulunması bu hasta grubunun tanımlanması ve tedavi planlamasında önemlidir.


Original Article

Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Hekim, Hemşire Ve Sağlık Memurlarının Psikolojik Dayanıklılık, Psikolojik Yıldırma, Şiddete İlişkin Kaygı Düzeyleri Ve Ruhsal Belirti Düzeylerinin Tükenmişlik Düzeyleri İle İlişkisi

Erkal ERZİNCAN,Bülent COŞKUN,Nermin GÜNDÜZ
2022, 6(1), s:25-39

Amaç: Bu çalışmanın amacı bir tıp fakültesi hastanesinde çalışan hekim, hemşire ve sağlık memurlarının tükenmişlik düzeylerini belirlemek ve bununla ilişkili olabilecek değişkenleri araştırmaktır. Yöntem: Çalışma 2013 yılında bir tıp fakültesi hastanesinde çalışan hekim, hemşire ve sağlık memurlarından oluşan 242 kişi ile yürütülmüştür. Katılımcılar Sosyodemografik Form, Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ), Genel Sağlık Anketi (GSA)– 12, Kendini Toparlama Gücü Ölçeği (KTGÖ) ve Olumsuz Davranışlar Anketi (ODA) kullanılarak değerlendirilmişlerdir. Elde edilen veriler t-testi, Mann Whitney U testi, tek yönlü ANOVA testi, Kruskal Wallis testi ve Spearman korelasyon analizi kullanılarak çözümlenmiştir. Verilerin analizinde bir istatistiksel paket program kullanılmıştır. Sonuçların yorumlanmasında p<0,05 anlamlılık düzeyi kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmamızda MTÖ; duygusal tükenme (DT), duyarsızlaşma (D) ve kişisel başarı (KB) olmak üzere üç alt boyutta değerlendirilmiştir. Uzman hekimlerin; araştırma görevlisi hekimler ve hemşire / sağlık memuru gruplarına göre her üç tükenmişlik alt boyutunda da daha az tükenmişlik yaşamakta oldukları saptanmıştır. Çalışmamızda katılımcıların tükenmişlik alt boyutları ile ruhsal belirti düzeyleri, psikolojik dayanıklılık düzeyleri ve psikolojik yıldırma düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler bulunduğu saptanmıştır. Sonuç: Tükenmişliğin sağlık çalışanlarında sık görülmekte olduğu bilinmektedir. Tükenmişliğin önlenebilmesi ve tedavisi için tükenmişlik ile ilişkili değişkenlerin tanımlanabilmesi gerekmektedir. Sonuç olarak çalışmamız bu ihtiyacı göz önünde tutarak bu değişkenleri tanımlamayı amaçlamıştır.


Original Article

Obezite, Yeme Bağımlılığı ve Duygusal Şiddet Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

Nilüfer SAATCİOĞLU TINKIR,Gül ERYILMAZ
2021, 5(1), s:5-15

Obezite tüm dünya çapında salgına varan niteliğiyle hâlihazırdaki en büyük sağlık problemlerinden biri olarak nitelenmektedir. Günümüzde coğrafi yerleşim, etnik köken ya da sosyoekonomik durumlardan ayrı bir biçimde her yaş ve cinsiyette de obezite görülme sıklığı yükselmiştir. Her alanda olduğu gibi gıda endüstrisinde de gıdaların lezzetini arttırmak amacıyla icra edilen besin modifikasyonları kişilerin duygu durumlarında ve beslenme alışkanlıklarında değişikliklere neden olabilmektedir. Obeziteye neden olan ve bireylerin sosyal yaşamları duygu durumları ve genel psikopatolojilerinde olumsuz sonuçlara yol açan yeme bağımlılığı, gıdalara yönelik hedonik cevapta değişiklikler ve kilo almaya bağlı olarak çok sayıda kronik hastalığa da neden olmaktadır. Her ne kadar günümüzde obezite ile mücadelede obezite cerrahisi bir çözüm yolu olarak gözükse etiyolojine bakıldığında çok karmaşık bir kompleks yapı barındırmaktadır. Altta yatan bağımlılık durumu bazen diyetlerin ve ameliyatlarında netice vermemesine neden olmaktadır. Amaç: Obez bireylerin yeme bağımlılığı, yeme davranışı ve duygusal şiddete maruz kalma düzeyleri ile ilişkili olup olmadığını belirlemektir. Yöntem: Araştırma, İstanbul’da özel bir obezite kliniği merkezine gelen ve çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden kişilerle yapılmıştır. Betimsel nitelikte olan bu çalışmada etik kurul onayı alındıktan sonra demografik soru formu, Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği, Duygusal Şiddete Maruz Kalma Ölçeği ve Hollada Yeme Davranışı Anketi uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya dahil olan 256 bireyin duygusal şiddete maruz kalma düzeylerinin düşük ve %34'ünün yeme bağımlısı olduğu, cinsiyetlerine göre ise yeme davranışlarında farklılık olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. BKİ değerlerinin duygusal şiddete maruz kalmaları üzerinde anlamlı bir etkisi bulunmazken, Yeme Bağımlılığı oranlarına bakıldığında BKİ’si 2529,99 olan preobezlerin %5,7’si, 3034,99 obezlerin %15’i, 3539,99 II. derece obezlerin %41,3’ü, 40 ve üstü morbid obez bireylerin de YB oranlarının %38 olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 3539,99 II. düzey obez olan bireylerin 3034,99 I. düzey obez olan bireylerden daha fazla duygusal yeme düzeyine sahip olduğu bulgulanmıştır. Kısıtlayıcı yeme davranışı ile yeme bağımlılığı arasında ilişki bulunmazken, duygusal yeme davranışı ile yeme bağımlılığı arasında negatif bir korelasyon olduğu görülmektedir. Sonuç: Yeme bağımlılığı durumunun özellikle preobez grupta da görülmesi kilonun miktarı ile değil fizyolojik olarak bireylerdeki bağımlılık durumu ile açıklanabildiği görülmektedir. Ayrıca duygusal yeme davranışı ile yeme bağımlılığı arasında negatif yönlü bir ilişki olması da bağımlılığın yine fizyolojik olarak değerlendirilmesi ve bu grup bireyin de aynı davranışsal bağımlılıklardan kumar bağımlılığı gibi tedavi prosedürüne alınması gerektiğini bizlere göstermektedir


Original Article

Alkol Kullanım Bozukluğu Olan Bireylerde Dürtüsellik, Yeme Tutumu ve Diğer Değişkenler ile İlişkisi: Kontrollü Bir Çalışma

Sema AKKOYUN,Işıl GÖĞCEGÖZ
2020, 4(2), s:47-53

Amaç: Bu araştırma, alkol kullanım bozukluğu olan ve alkol kullanımı olmayan bireylerde dürtüsellik, yeme tutumu arasındaki ilişki incelenmiştir.
Yöntem: Alkol kullanım bozukluğu olan ve alkol kullanımı olmayan katılımcıların yer aldığı kesitsel bir çalışma olarak yürütülmüştür. Alkol kullanım bozukluğu tanısı
alan katılımcılar NP İstanbul Beyin Hastanesi AMATEM servisinde yatan hastalar ile anket çalışması yürütülmüştür (N=58). Katılımcılar Sosyodemografik Bilgi Formu, Yeme
Tutumu Testi, Barratt Dürtüsellik Ölçeği (BIS-11), Erişkin DEHB Ölçeği ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Alkol kullanım bozukluğu tanısı almış hasta grup (N=58) ve kontrol grubu (N=60) katılımcıları arasında erkek katılımcı sayısının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.
Çalışmanın erken erişkinlerle yapıldığı görülmektedir. Araştırma değişkenleri olan yeme tutumu, dürtüsellik ve DEHB boyutlarının hasta grup ve kontrol grupta karşılaştırmaları yapıldığında, yeme tutumu ve dürtüsellik boyutlarının alkol kullanım bozukluğu tanısı almış hasta grup katılımcılarda daha yüksek olduğu saptanmıştır. DEHB boyutlarında ise yalnızca dikkat eksikliği alt boyutunun kontrol grubundan daha yüksek olduğu görülmektedir.
Sonuç: Bu çalışmada alkol kullanım bozukluğu olan hastalarda yeme tutumu, dürtüsellik puanları daha yüksek bulunmuştur.


Original Article

Psikiyatri Polikliniğine Başvuran Hastalar Arasında Alkol ve Madde Kullanım Bozukluklarının Yaygınlığı, Klinik Özellikleri ve Komorbiditeleri

Habib Erensoy,Tonguç Demir Berkol,Yasin Hasan Balcıoğlu,Hasan Mervan Aytaç
2020, 4(1), s:5-15

Amaç: Alkol ve madde kullanım bozuklukları ile diğer psikiyatrik bozuklukların birlikteliği sıktır. Ancak genel psikiyatri hastalarında alkol ve madde kullanım bozukluklarının sıklığı ile ilgili çalışma son derece azdır.

Yöntem: Genel psikiyatri polikliniğine başvuran ve herhangi bir psikiyatrik tanı ile izlenen hastalar arasında alkol ve madde kullanım bozukluklarının sıklığını araştırma amacıyla, ardışık 734 yetişkin hasta çalışmaya alındı. Bu hastalara Michigan Alkol ve Madde Tarama Testi (MATT-AM) verildi. MATT-AM skoru 5 ve üzeri olan 47 (%6.4) hastaya madde tarama listesi verildi ve SCID-I’in bağımlılık modülü uygulandı. Daha sonra tanı alan 33 kişiye (%4.5) de SCID–I’in geri kalanı ve SCID–II uygulandı.

Bulgular: Çalışmaya alınan 734 genel psikiyatri hastasının 33’ünde (%4.5) herhangi bir alkol ya da madde kullanım bozukluğu saptandı. Bu 33 hastadan 5’ine (%0.7) alkol bağımlılığı, 26’sına (%3.5) alkol kötüye kullanımı, 3’üne (%0.4) çoğul madde bağımlılığı, 9’una (%1.2) esrar kötüye kullanımı, 4’üne (%0.5) ekstazi kötüye kullanımı, 1’ine (%0.1) eroin kötüye kullanımı, 1’ine (%0.1) biperiden kötüye kullanımı ve 9’una (%01.2) benzodiazepin kötüye kullanımı tanısı kondu. Alkol ve/veya madde bağımlılığı veya kullanım bozukluğu tanısı alan toplam 33 kişiden 7’si (%1.0) borderline kişilik bozukluğu, 2’si (%0.3) antisosyal kişilik bozukluğu, 1’i (%0.1) paranoid kişilik bozukluğu, 1’i (%0.1) narsisistik kişilik bozukluğu, 2’si (%0.3) kaçıngan kişilik bozukluğu, 1’i (%0.1) şizoid kişilik bozukluğu, 1’i (%0.1) bağımlı kişilik bozukluğu tanısı aldı. SCID-I’de 5 kişiye (%0.7) major depresif bozukluk, 3 kişiye (%0.4) bipolar I, 1 kişiye (%0.1) distimik bozukluk, 2 kişiye (%0.3) paranoid şizofreni, 1 (%0.1) kişiye sanrısal bozukluk, 3 (%0.4) kişiye yaygın anksiyete bozukluğu, 3 kişiye (%0.4) panik bozukluk, 1 kişiye (%0.1) agorafobili panik bozukluk, 1 kişiye (%0.1) BTA anksiyete bozukluğu,1 kişiye (%0.1) sosyal fobi ve 1 kişiye (%0.1) travma sonrası stres bozukluğu tanısı kondu.

Sonuç: Bu sonuçlar, genel psikiyatri polikliniğine başvuran hastalar arasında alkol madde kullanım bozukluklarının çok yaygın olmadığını göstermiştir. Özellikle duygudurum bozukluğu, anksiyete bozukluğu ya da kişilik bozukluğu tanısı konan hastalarda alkol madde kullanım bozukluklarını dikkatli sorgulamakta yarar vardır.

 


Original Article

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE RİSKLİ ALKOL KULLANIMINI YORDAYICI BAZI ETKENLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Deniz Eryılmaz,Işıl Gogcegoz,Gul Eryılmaz
2020, 4(1), s:16-20

Riskli alkol kullanımı bireylerin ve toplumun ruh sağlığı açısından önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Madde bağımlılığı 1951 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSO) tarafından hastalık olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Türkiye’deki alkol tüketimi açısından bakıldığında alkol tüketiminin önlenmesi ile erkeklerde tüm ölümlerin %4.7'sinin, kadınlarda tüm ölümlerin % 3.1'inin önlenebileceği öngörülmektedir. Riskli kullanım fiziksel, mental ya da sosyal alanlarda zarar görme riski ile karsı karsıya gelecek miktarda alkol tüketimi olarak tanımlanabilir. Bu araştırmanın evrenini; 2018-2019 öğretim yılında Üsküdar Üniversitesinde eğitim alan öğrenciler oluşturmaktadır. Katılımcıların alkol kullanım seviyelerini belirlemek ve riskli alkol kullanımını saptamak amacıyla Alkol Kullanım Bozukluklarını Belirleme Testi kullanılmıştır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre riskli içiciliği olan bireylerin oranı %6.3’dür. Eğitim düzeyinin artması, erkek cinsiyet ve aile tutumları diğer risk faktörleri arasında sayılabilir.